Bebeğimi bıraktım, Tokyo’ya gittim, "merak etme annecim, döneceğim...


Merhaba,
Evet, ilk gezi yazıma unutamadığım Barcelona tatilimle başlayayım istemiştim ama kısmet Tokyo oldu. Daha sonra da aklıma geldikçe yazılarımda yer vereceğim detaylara ama şimdilik uzak uzak diyarları kısaca anlatacağım size...
Yolculuk günü iş yerinden çıktım ve havaalanından önce bavulumu almak için eve uğradım. Evimden denizaşırı uzaklaşmadan önce oğluşumu göreyim istedim. Oğlumu 3 günlük sıkı sıkı kokladım, eşime sarıldım, düştüm yollara. Aklım millerce uzaklıktaki yolculukta onlarda olacaktı.
Büyük bir grup halinde gittik Tokyo’ya. Tüm beklemelerle yolculuk toplamda 20 saat sürüyor. Klasik her uçak yolculuğunda olduğu gibi baş ağrısıyla geçirdim İstanbul Tokyo arası 12 saati.. Uçaktan indiğimiz gibi toplantı planı yapıldığı için sıkı sıkı uyumaya çalıştım, hiç de beceremem ya. Neyse uzatmayayım desem bile yol uzun ne yapayım. Sıcaklık Türkiye ile aynı olsa bile nem oranı aşırı yüksek, deli sıcak bir havada Tokyo’ya vardık, koşa koşa toplantıya gittik. Öğleden sonra toplantıya başladık ve 20:30 sıraları bir “short brake” verelim dediler. Evet, güzel.. bu baş ağrısıyla dayanabilir miyim acaba dedim.. Bu sırada tek bir Japon kardeşimiz saatine bakmıyor, “ooo servis kaçacak” muhabbetleri yok, voşi moşi oki doki devam ediyorlar. Gün bitti, yattık kalktık, ertesi güne yine benzer bir tempoda onların daracık toplantı odalarında başladık, Japonya’da yer sıkıntısı varsa bu kadar mı var.. Toplantı dizisi akşam gibi tamamlandı. Biraz dinlendikten sonra pişmiş yemek bulabileceğimiz bir yer aradık ve sonrasında bilindik caddelerinden birinde dolaşmaya başladık, Ginza Caddesi'nde.
Sokaklarda gezerken insanları inceliyordum. Türklerden, avrupalılardan, yakınlardaki kültürlerden çook uzak insanlar uzak doğulular. Sabah bir oraya bir buraya hızlı hızlı küçük ve seri adımlarla yürüyen insan grupları yine aynı şekilde bir yerlere gidiyorlardı akşam akşam. Gündüz işe giderken istisnasız her biri siyah pantalon/ etek ve beyaz gömlek giyiyorlar. Sanki her biri birer broker, ya da IT uzmanı. Aranızda hiç mi kot tişört işe giden yok kardeşim. Ne bileyim? Hani ütopyalar vardır ya, dünya birgün tek tip insan ya da robot modellerinden oluşacak fantezileri. Sanki öyle bir film seti Tokyo.. Akşamlarıysa bu insanlar aynı hızda yemeğe ve sonrasında barlara gidiyorlar, ve belki de kapalı ortamlarda alkol aldıkları için, aşırı sarhoş olarak evlerine dönüyorlar. Büyük binalar arasında barlar var, küçük küçük alanlar. İstanbul’da ya da İzmir’de olsaydık insanlar deniz kıyısında içiyor olurlardı manzaraya dalarak ya da esintinin rehavetine kapılarak diye düşünüyorum ara ara. Tokyo bir kıyı şehri olmasına rağmen ve iki yakayı bağlayan İstanbul Boğazı formatında bir köprüsü olmasına rağmen kıyıda tek bir kafe, tek bir bar, tek bir kahvaltı evi görmedim. “Biz bazı şeylerde kötü olabiliriz ama keyif konusunda iyiyiz” diye geçiriyorum içimden. Yemek için yer ararken gözümüze takılan Ice Bar’a uğruyoruz. Eşimle Barcelona’da da görmüştük fakat deneyememiştik. Burada deniyoruz ve bar kısmı öyle tahmin ettiğim kadar soğuk değil. Ben etekle 20-30 dk içeride takırdamadan durabiliyorum. Çok fazla umduğumu bulamamış biçimde dışarı çıkıyorum. Ertesi gün kalan 2-3 saatlik sürede onların meşhur Ueno Parkı’nı geziyoruz.
İşte bir yolculuk da böyle bitiyor, dönüşüm 24 saat alıyor ve evime varıyorum. Takside sabırsızlanıyorum. Orada da çok özlemiştim benim minik oğluşumu, özellikle millerce uzakta olduğumu düşününce. Taksi biraz daha hızlı gitse mi acaba diye düşünüyorum eve yaklaştıkça, acaba minikimle şevkatli babamız neler yapmıştı ben yokken ? Vardığımda oğlumu doyasıya öpüyorum, eşime sarılıyorum, ikisini de çok çok özlemişim...

2 yorum:

  1. Tokyo'yu bir tasarımcının gözünden okumak çok zevkli. Yok mu daha fazla fotoğraf?

    YanıtlaSil
  2. Ara sıra unuttuğum detaylara tekrar döneceğim :) fotoğraf var ama buraya hepsini nasıl koyacağım ..

    YanıtlaSil